Ne diyebilirim ki? Dishonored favori oyunum olabilir. Oyun dünyasında Dishonored’dan daha çok sevdiğim, daha çok bitirdiğim başka bir oyun var mı bilmiyorum. Elbette çok sevdiğim, hayran kaldığım birçok oyun var fakat hiçbiri Dishonored’ın seviyesine yaklaşamıyor. Peki bu oyunu bu kadar özel yapan şey ne? Hadi bir göz atalım.
Dishonored, 2012 yılında Arkane Studios’un fırınından çıkmış bir oyun. Unreal Engine ile geliştirilen oyunun yayıncılığını ise Bethesda yaptı. Dishonored çok tanıdık bir oyun aslında. System Shock, Thief gibi birçok oyunun mekaniklerini alıp, geliştirip üstüne de kendinden bir şeyler katıp özgünleşebilen bir oyun. Mekanikleriyle, dizaynıyla ve senaryosuyla, mükemmelliğe çok yaklaşıyor Dishonored. E böyle bir oyunu da Yakın Geçmiş’te misafir etmemek olmaz tabi.
İlginizi Çekebilir: Yakın Geçmiş #1: Sleeping Dogs
Senaryo
Dishonored kaotik bir ortamda geçiyor. Vebanın tüm ülkede kol gezdiği, insanların zombileştiği, farelerin zehir saçtığı, dünyanın %90’ının sulardan oluştuğu bir evren Dishonored evreni. Saydığım şeyler ve daha fazlası bu evrene ilgi duymaya fazlasıyla yetiyor ve kendinizi araştırırken buluyorsunuz. Karakterimiz, Corvo Attano vebanın merkezi olan Dunwall’da bir asker. Sıradan bir asker olmayan Corvo, aynı zamanda imparatoriçenin de sağ kolu ve baş koruması. Bir gün imparatoriçe tarafından ülkenin etrafında vebaya çözüm araması için sefere gönderilen Corvo, bu seferden eli boş şekilde döner. İmparatoriçenin huzuruna çıkan Corvo sefer notlarını imparatoriçeye uzatır ve imparatoriçe sonuçlardan haberdar olur. Tam bu sırada özel güçlere sahip birkaç tane suikastçı yanlarına ışınlanır ve imparatoriçeyi Corvo’nun gözleri önünde katleder. Ayrıca imparatoriçenin kızı Emily’i ise kaçırır. Bu olayın ardından imparatoriçenin cesediyle baş başa kalırız ve haliyle herkes bu ölümle bizi suçlar. İdam edilmeden birkaç gün önce tüm bu olayların bir komplo olduğu, ülkenin nüfuzlu birkaç insanının imparatoriçeyi, kızını ve bizi devirmek için böyle bir suikast tasarladığı ortaya çıkar. İdam edilmeden bir önceki gün ise askerlerden birinin getirdiği yemeğe gizlenmiş bir notta bize inanan insanların olduğu ve bize yardım etmek için her şeyi yapacakları yazar. Bu notun yanındaki anahtarla hücremizden çıkarız ve Dunwall hapishanesinden kaçmayı başarırız.
Hikaye bu noktadan sonra dallanıp budaklanıyor, komplolar yeni komploları doğuruyor. Bir olaydan başka bir olay etkileniyor ve hikaye büyüdükçe büyüyor. Aynı zamanda etkileyici bir hale de bürünüyor. Hikaye, Dishonored’ın kesinlikle en çok öne çıkan kısımlarından. Çok akıllıca yazılmış çok etkileyici bir hikaye.
Oynanış
Geldik oyunun asıl öne çıkan, bu kadar konuşulmasını sağlayan kısıma; oynanış. Dishonored, çok akıllıca tasarlanmış ve dizayn edilmiş bir oyun. Oynanışla alakalı her unsurun bu kadar güzel olduğu başka bir oyun var mı bilemiyorum gerçekten. Her oyunda en az bir oynanış mekaniğinden şikayetçi olmuşumdur çünkü. Ama Dishonored’da hiçbir mekaniğe laf edemiyorum çünkü hepsi üstüne düşünülmüş mekanikler. Yazının başında dediğim gibi Dishonored birçok oyundan bir şeyler kapmış ama aynı zamanda da özgünleşebilmiş bir oyun. Özellikle Thief’i çok andıran oyun, System Shock’ın da dizayn felsefesinden etkilenmiş.
Dishonored bir stealth-action FPS oyunu. Oyunu dilerseniz kimsenin kılına bile dokunmadan, isterseniz de kesilmemiş kelle bırakmadan oynayabiliyorsunuz. Bu yüzden de birçok farklı oyuncu tipine hitap edebiliyor Dishonored. Bu gizlilik-aksiyon ögesini sadece sözle bırakmamışlar elbette. Oyunun mekanikleri ve dizaynı bu seçimi de destekler nitelikte. Oyunu nasıl oynarsanız oynayın mekanikler, dizayn hiçbir şekilde sırıtmıyor. Burada da oyun nasıl bir incelikle yapılmış onu görüyoruz. Dishonored sıradan bir FPS gizlilik aksiyon oyunu değil. Bu oyunda sadece insanlara görünmeden ilerlemeye, NPC’lerin nereye bakıp nereye bakmadığına dikkat etmeye çalışmıyorsunuz.
Oyunun farklı ve eğlenceli olan kısımları da burada devreye giriyor. Corvo’nun kullanabileceği birçok yeteneği var. Bu yetenekler bir anda gelmiyor tabi ki. Hikaye gereği veriliyor ama olayın nasıl olduğunu söyleyip tadını kaçırmak istemiyorum. Çünkü etkileyici sahneler var ve bunları kaçırmanızı istemem. Her neyse, bu yetenekler sayesinde kısa mesafeli ışınlanabiliyor, duvarların arkasından görebiliyor, insanların, farelerin, köpeklerin vücutlarına girip onları hareket ettirebiliyor, zamanı durdurabiliyor ve daha birçok şey yapabiliyorsunuz. Bu yetenekler oynanışa tamamen farklı elementler katıyor ve oynanışı diri tutarken aynı zamanda daha eğlenceli hale getiriyor. Yani Dishonored’da, klasik gizlilik oyunlarında yaptığınız şeyleri yapmıyor da, nereye tırmanıp oradan nasıl başka yere geçebilirim diye mimarinin detaylarını inceliyorsunuz. İşte bunları yapmaya başladığınızda kendinizi gerçekten bir suikastçı gibi hissediyorsunuz. Birçok oyunun yapamadığı şeyi tek oyunda yapmayı başarabilen bir oyun yani Dishonored.
Sadece Yetenekler mi var? Elbette hayır!
Yeteneklerinizin dışında kullanabileceğiniz birçok aletiniz de var elbette. Kılıcınız her zaman sizinle dururken, diğer elinizde de bir büyü ya da bir araç tutabiliyorsunuz. Bu araçlar arbalet, el bombası, kapan, tabanca gibi çeşitli şeyler olabiliyor. Oynayış tarzınıza göre sessiz ya da ölümcül şeyler arasında seçim yapabiliyorsunuz.
Oynanışın detaylarından bahsettim. Şimdi de biraz oyunun dünyasından ve haritalardan bahsetmek istiyorum. Dishonored arena arena devam eden ve her bölümde size nispeten büyük haritalar veren bir oyun. Sürekli etrafta gezebileceğiniz bir açık dünyası yok ama oyunun her bölümündeki farklı arenalar da oldukça büyük ve gezilebilir. Bu arenaların en büyük özelliği belirli bir yol ya da yordam olmaması. Haritaya bırakıldığınızda size gitmeniz gereken yer söyleniyor ve siz oraya bir şekilde gidiyorsunuz. Bir yerden bir yere gitmek ya da bir objektifi yerine getirmek hiçbir zaman kolay ve tekdüze değil. Her zaman bir karmaşıklık var ve sizin bunları çözmeniz gerekiyor. İşin güzel tarafı bunları çözmek için de sadece bir yol yok. Sayamayacağınız kadar çok yol var bir objektifi yerine getirmek için. Bu da oyunu tekrar tekrar oynanabilir hale getiriyor. Tıpkı benim 20 kere bitirdiğim gibi…
Grafikler ve Diğer Detaylar
Dishonored’ın grafikleri herkese hitap etmeyebilir. Çok kendine has grafiklere ve renk şemasına sahip oyun. Biraz daha pastel ve yumuşak renklerle ve bu renkleri destekleyen grafiklerle yapılmış. Bu yüzden gerçeklikten biraz uzak, sanatsal grafiklere sahip. Ben bunun bir sorun olduğunu düşünmüyorum aksine sanatsal grafiklere bayılırım fakat bu bazı insanlar için sorun olabilir elbette. Kimisi de sadece gerçekçi grafiklerle oynayabiliyordur, karışmak bize düşmez.
Oyunda buglara ve performans düşüşlerine rastlanmıyor. Ben 20 kere baştan oynadım ama hiçbir şeye denk gelmedim. Gönül rahatlığıyla oynanabilir yani.
Bahsetmek istediğim bir diğer nokta ise oyunun müzikleri. Rahatlatıcı, moda sokan, bazen geren, çok akıllıca seçilmiş müzikler mevcut oyunda. Benim de içlerinden sürekli dinlediklerim var. Özellikle Drunken Whaler ve Honor for All‘u dinlemenizi şiddetle tavsiye ederim.
Yusuf Gürkan
26 Ekim 2018 at 21:10Ben bu oyunu da sevmiştim. Hiç sıkmayan bir yapısı var. Senin de dediğin gibi Oynanışı muazzam. Kısa ışınlanmayla çatılardan göreve gitmek. Büyü yapıp sonuçlarını görmek. Gizli girmen gereken yerde patlayıcı arbaletle karmaşa çıkarmak. Patlayıcı ok atıp dikkat dağıtıp zamanı yavaşlatıp herkese bayıltıcı oklar atmak. Çok fazla seçenek var. Sebebini bilmiyorum ama oyunda baya ilerleyip yarıda bırakmıştım. Halbuki çok keyif almama rağmen böyle oldu. Sanırım vakitsizlikten. Grafikleri bence harika realistik sevmem bana çok hitap etti. Hatta oyunların bilimsel çalışma gibi aşırı realistikliğe değil daha çok sanat tarzına yönelmesini seven biriyim. İnceleme güzel lakin kısa olmuş daha çok şeyden bahsedilebilir. Puanım 8,9
Artılar
Eksiler